01.08.2020 21:48 Gökçe HUBAR A- A+

NUAKŞOT ZİRVESİ SONRASI FRANSA’NIN LİBYA STRATEJİSİ VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ

NUAKŞOT ZİRVESİ SONRASI FRANSA’NIN LİBYA STRATEJİSİ VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ

Moritanya İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Muhammed Şeyh el Gazvani’nin davetiyle, 30 Haziran 2020 tarihinde gerçekleşen Nouakşot Zirvesi’ne diğer G5 Sahra ülkeleri olan Çad, Nijer, Mali ve Burkina Faso’nun liderlerinin yanı sıra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da iştirak etti. 

Sahra’daki siyasi durumun değerlendirildiği Nuakşot Zirvesi, esasen 13 Ocak 2020 Pau Zirvesi’nin bir sonraki aşaması olarak okunmalıdır.

Pau Zirvesi’nde Emmanuel Macron, Fransa’nın Sahra’daki varlığını iki sebebe dayandırmaktaydı: 

  1. Terörizmle mücadele
  2. Sahra ülkelerinin, kendi topraklarında tam egemenlik kurmalarına izin verilmesi

Birinci sebep; Sahra’da faaliyet gösteren Mağrib El Kaidesi, DEAŞ ve diğer selefi cihatçı terör örgütlerine, özel olarak da Libya ve Çad gölündeki tehdide karşı mücadeleyi içermekteydi. İkinci sebep ise Fransa’nın meşru olarak bu bölgeye davet edildiğini vurgulamaktaydı. Macron, Sahra ülkelerinin Fransa’nın Barkhane Operasyonu kapsamındaki askeri angajmanının devamından yana olduklarını özellikle belirtti. Nuakşot Zirvesi’nde de yine terörizmle mücadele konusuna öncelik veren Macron, Niamey’de kurulan koordinasyon merkezi sayesinde istihbarat paylaşımının daha etkili bir hale getirildiğini, Sahra’nın bir şiddet döngüsüne saplanmaması gerektiğini, teröristlerin amacının bu olduğunu, geçmişte bunu yapmayı başardıklarını, İslamcı terörizmin tüm bölgede tek düşman olduğunu[1] ve Fransa’nın bu bölgedeki angajmanına devam edeceğini beyan etti. 

Nuakşot Zirvesi’nin sonuç bildirisinde Fransa’nın Sahra’daki askeri varlığının devamına karar verildi. 3 Haziran 2020’de Tessalit bölgesinde Mağrib El Kaide’si liderinin Barkhane Gücü ve müttefiklerince etkisiz hale getirilmesinden ve Nisan 2020’de Çad Gölü bölgesinde Boko Haram’a karşı yapılan Boma’nın Öfkesi Operasyonu’ndan övgüyle bahsedildi. Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu bölgesinden terörizmin yok edilmesi için 2020-2024 eylem planının kabul edilmesi de takdirle karşılandı. 

Fransa’nın Sahra ülkeleri ile böylesine bir dayanışma sergileyebilmesinde birçok etkenin belirleyici olduğu görülmektedir. En önemli etken, asimetrik bir ilişkinin var oluşudur. G5 Sahra ülkelerinin, kendi ülkelerindeki Boko Haram ve Mağrib El Kaidesi gibi terör örgütleriyle başa çıkmakta başarısız kalıp Fransa’nın yardımına başvurmaları, bu ülkelerin “tam egemenlik sahibi” olmalarından ziyade, bu ülkelerin güvenlik güçlerinin ve istihbarat teşkilatlarının yetersiz kaldığı anlamına gelmektedir. Kendi başlarına terörizmle mücadele edemeyen Sahra ülkeleri, Fransa’nın yardımına muhtaç kalmışlardır. 

Fransa, Sahra ülkeleriyle askeri ve istihbari bağlar kurmak suretiyle hem G5 Sahra ülkelerinin yönetici kadroları nezdinde prestijini artırmayı hem de Libya’yı güneyden çevreleyen orta hattaki komşularını kendi etki alanına çekmeyi amaçlamıştır. Şüphesiz, G5 Sahra ülkelerinin 5’inin de Uluslararası Frankofoni Örgütü’nün üyesi olması, bu ülkelerdeki askeri ve sivil bürokratlar ile politik elitlerin savunduğu dış politikanın Fransa’nın ulusal çıkarlarına yakın bir yerde durması da Fransa’nın işini kolaylaştırmıştır. Dahası Fransa, bölgedeki stratejisini icra ederken, uluslararası ve bölgesel örgütlerden destek almayı ihmal etmemektedir. Nuakşot Zirvesi’ne kimlerin katıldığını incelediğimizde bunu fark edebilmemiz mümkündür. Zirveye devlet başkanı sıfatıyla Fransa, Çad, Nijer, Mali, Burkina Faso Cumhurbaşkanları ve İspanya Başbakanı Pedro Sanhez’in yanı sıra Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Moussa Faki Mahamat ve Uluslararası Frankofoni Örgütü Genel Sekreteri Louise Mushikiwabo katılmıştır. Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, Almanya Federal Cumhuriyeti Şansölyesi Angela Merkel, İtalya Başbakanı Guiseppe Conte ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres[2] ise video aracılığıyla uzaktan zirveye eşlik etmişlerdir. 

Söz konusu zirvenin, Fransa’nın Sahra ülkelerinin hükümetleri ile olan dayanışmasını gösterdiği ve Fransa’nın Libya’yı güneyden çevrelemeyi hedeflediği muhakkaktır. Ancak Libya stratejisinde Fransa’nın muvaffak olmasını sağlamaya yetip yetmeyeceğini zaman gösterecektir.

Fransa’nın Libya Stratejisi ve ‘Libya’nın Suriyeleşmesi’

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves le Drian, 27 Mayıs 2020 günü Senato’da yaptığı bir açıklamada Libya’nın “Suriyeleşmesinden”, Suriye’deki senaryonun Libya’da tekrarlandığından ve krizin derinleştiğinden söz etmiştir. Macron ise 29 Haziran 2020’de Libya’daki Türk politikasını “kabul edilemez” diye nitelendirerek, “NATO ülkesi gibi gözüken”[3] Türkiye’nin “tarihsel ve cezai sorumluluğu olduğunu” öne sürmüştür. 

Krizi tırmandıran gelişme, Fransa’nın 10 Haziran’da Courbet adlı firkateynin Türk donanması tarafından agresif bir biçimde taciz edildiği şeklindeki mesnetsiz iddiasıdır. NATO’nun teknik soruşturmasında Fransa’nın taciz iddiası doğrulanmadığı için Fransa Sea Guardian misyonundan geçici olarak geri çekildiğini açıklamıştır. 

Daha öncesinde ise Macron, NATO’nun beyin ölümünün[4] gerçekleştiği şeklinde NATO’yu küçümseyen tonda bir söylemde bulunmuştur ve Türkiye’yi Suriye’de agresif davranmakla suçlamıştır. Bu anlaşmazlığın nedeni şudur: Fransa, Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı PKK’nın Suriye kolu olan YPG-YPJ'yi DEAŞ’a karşı mücadele eden Kürt kahramanlar olarak değerlendirmekte, onları “Suriye Demokratik Güçleri” olarak isimlendirmekte ve desteklemektedir. Türkiye ise YPG-YPJ’nin terör örgütü PKK ile iltisaklı olduğuna dair kanıtlar sunmakta ve adı geçen isimlendirmeyi reddetmektedir. Dolayısıyla Suriye’de iki ülke arasında çıkar çatışması uzun yıllardan beri söz konusudur.

Doğu Akdeniz’de yaşanan bu son durum, Türk-Fransız ilişkilerinin Suriye’den sonra Libya’da da kırılgan bir hale geldiğinin göstergesidir. İki ülke arasındaki kriz gittikçe derinleşmektedir.

İki laik devletin farklı kulvarlarda rekabeti: Türk-Fransız İlişkilerinde Libya Faktörü

Fransa’nın Libya stratejisi, Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Feyiz es Serrac’ın yerine, kendi halkını katletmekten, Covid 19 ile mücadele edilen bir dönemde hastaneleri bile hedef almaktan[5] çekinmeyen diktatör Halifa Hafter’i desteklemek üzerine bina edilmiştir. 

Haydut rejim kurma yolunda ilerleyen Hafter’in yabancı sponsorlarının Libya’ya yönelik silah ambargosunu delmeleri karşısında da suskun kalan Fransa, kendi kamuoyundan bile eleştiriler almaktadır. Zira Hafter, ülkesi için canını vermeye hazır bir milli kahraman değil; amacına ulaşabilmek için kimi Selefi silahlı gruplardan bile yardım almayı kabul etmiş olan otoriter bir darbecidir.

Selefiler Serrac’ı değil, Hafter’i desteklemektedirler. Nitekim Suudi selefi düşünür Usame bin Ataya el-Atibi, yayımladığı bir sesli mesajda “şeriatın tüm Müslümanlara Hafter’i destekleme emri verdiğini”[6] iddia ederek, din üzerinden siyasi propaganda yapmıştır. El-Atibi, Rus özel askeri şirketi Wagner’i müttefik; Hafter’in rakiplerini (Türkiye’yi kast ederek) “İslam’ı ve ülkenin birliğini bozmaya çalışan teröristler” olarak nitelendirmiştir. Hatırlatmak gerekirse Birinci Dünya Savaşı’nda Alman Genelkurmayı “seçici cihat”[7] ilan ederek, Almanları müttefik, Almanların rakibi olan diğer ülkeleri ise İslam düşmanı olarak lanse ederek propaganda yapmaktaydı. Şimdi ise Hafter’i destekleyen Ruslar Müslümanların müttefiki, Türkler ise İslam düşmanı olarak lanse edilmek istenmektedir. Bu çok kirli bir propagandadır ve din üzerinden silahlı çatışmalar yaşanmasını ateşlemektedir. 

Rusya ve Fransa’nın Libya’da bu tuzağa düşmemesi gerekmektedir. Suriye’de selefi terör örgütleriyle mücadele eden Rusya’nın ve laik Fransa’nın Hafter’e destek vermesi hem tehlikeli hem de çelişkilidir. Tartışmalıdır, çünkü, bölgede zaten yeterince dini motifli terör örgütü var iken şeriatın siyaset adına kullanılarak bu tür söylemlerde bulunulması, yangına benzin dökmekten başka bir şey değildir. Çelişkilidir, çünkü, Rusya ve Fransa kendi savundukları seküler değerlere karşı gelmiş olmaktadır.  Bu ülkelerin Hafter’e verdiği destek, uluslararası ilişkilerde kimi devletlerin kendi savundukları değerleri çıkarları uğruna göz ardı etmeleriyle açıklanabilir. 

Fransa açısından durum değerlendirmesi yapıldığında; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de gittikçe daha fazla caydırıcılık kazanması, Libya’yla imzaladığı mutabakat metni sayesinde Kıbrıs Meselesi’nde avantaj elde etmesi hem Rusya’nın hem de NATO’nun Türkiye’yi kazanmak istemesi, Türk savunma sanayisinin son yıllarda gelişme göstermesi, bilhassa Türk insansız hava araçlarının Hafter güçlerine büyük hasarlar vermesi, Fransa’yı Türkiye’ye karşı müttefik arayışına sevk etmektedir. Fakat bu müttefiklerin bir kısmı, Libya’nın ikiye bölünmesine sebep olan ve agresif davranan tarafların ta kendisidir. 

Türkiye, Libya’da agresif değil; yapıcı bir strateji icra etmektedir. Libya’nın bölünmesinden değil; birliğinden yana bir tavır sergilemektedir. Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası kapsamında inceleme yapmak üzere gittiği Trablus’ta Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın altını çizdiği üzere “Libya Libyalılarındır”[8] sloganından yola çıkmaktadır. Montaigne Enstitüsü’nde “Libya Krizi- Rusya-Türkiye-Fransa Üçgeni” başlıklı bir blog yazısı kaleme alan Suriye Eski Büyükelçisi Michel Duclos, Türkiye’nin Libya’da “Osmanlı reflekslerini bulduğunu”[9] iddia etse de Türkiye’nin böyle bir refleksi yoktur ve hiçbir ülkenin topraklarında gözü yoktur. Pau Zirvesi’nde Macron, Fransa’nın terörizmle mücadele ve davet sebebiyle bölgede askeri güç bulundurduğuna dikkat çekmekteydi. Fransa’nın eski Fransız sömürge ülkelerindeki askeri varlığı nasıl ki “sömürgeci reflekslerini bulmak” şeklinde okunamıyor ise Türkiye’nin de Libya’daki askeri varlığı “Osmanlı reflekslerini bulmak” şeklinde okunamaz.

Laik Fransa’nın selefilerin övdüğü bir diktatöre sahip çıkması, bunun da ötesinde, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Devlet Başkanı Feyiz es Serrac, Türkiye’yresmi bir davet mektubuyla i Libya’ya çağırdığı halde, Fransa’nın Libya’daki Türk askeri varlığından rahatsız olması ve Hafter’in yabancı sponsorlarının silah ambargosunu delmesine seyirci kalması büyük bir çelişkidir. Bu çelişkili durum, “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” mottosuna sahip bir ülke açısından son derece kaygı vericidir.

Bu yazı, Defence Turk tarafından hazırlanan Libya Dosyası’nda yayınlanmıştır.

Yazının orijinali için bkz. https://www.defenceturk.net/wp-content/uploads/2020/07/Hakimiyet-Sava%C5%9F%C4%B1-Defence-Turk-Libya-Dosyas%C4%B1-2.pdf

 

[1] https://www.elysee.fr/emmanuel-macron/2020/06/30/declaration-du-president-emmanuel-macron-au-sommet-de-nouakchott

[2] https://www.g5sahel.org/article/communique-final-du-sommet-de-nouakchott-pour-le-suivi-de-la-feuille-de-route-du-sommet-de-pau

[3] https://www.lepoint.fr/monde/libye-pour-emmanuel-macron-la-politique-turque-est-innacceptable-29-06-2020-2382320_24.php#xtmc=libye&xtnp=1&xtcr=1

[4] https://www.economist.com/europe/2019/11/07/emmanuel-macron-warns-europe-nato-is-becoming-brain-dead

[5] https://www.libyanjustice.org/news/recent-indiscriminate-attacks-on-civilians-and-hospitals-by-haftars-forces-may-amount-to-war-crimes

[6] https://www.moroccoworldnews.com/2020/07/307718/saudi-salafi-scholar-muslims-must-support-haftar-lna-in-libyan-civil-war/

[7] https://www.academia.edu/14787984/Bir_Kitap_%C4%B0ncelemesi

[8] https://www.msb.gov.tr/SlaytHaber/372020-40431 

[9] https://www.institutmontaigne.org/blog/la-crise-libyenne-le-triangle-russie-turquie-france